Otobiyografi

Ana Sayfaya Dön

Bir otobiyografi yazmanın belki de ciltlerce ansiklopedi ya da binlerce sayfalık bir roman yazmaktan daha zor olduğu gerçeğini bilerek,

Kendini tanımak ve tanıtmak… Bir yapbozun kayıp bir parçasını dahi bırakmadan; hayata benlik müdafaanamesini haykırmak. Şuura intikal eden menfi ama iyi niyetli mazi kırıntıları. Kelam ile yoğrulan bedenin, kelam ile izaha mecbur bırakılmış ruhu. Münzevi çığlıklarıyla, çeyrek asırlık ömrü; masiva uğruna harcamaya tenezzül edebilecek kadar bulanık, alelade ve bedbaht bir geçmişin biricik sahibi…

Herkes gibi; “evlat, eş, dost, düşman, arkadaş, sırdaş, sevgili” sıfatları biçilmiş, özünde ve gönlünde buzdan dağların hüküm sürdüğü bir varlık. Ve o buzdan dağlarının lâbirent mağaralarında inşa ettiği biricik kulesinde ikamet eden; düşünceleriyle, hisleriyle, unutulmuş ve hafızaya nakşedilmiş anılarıyla mutlu ama buruk bir antik çağ filozofu belki de… Raflardaki tozlu bir asırlık kitap misali, sözde kıymetli ancak lisani bilinmeyen… Alfabesi antik çağlardan çivi darbeleri…

Kronolojik olarak tarih sayfalarında çok az yer tutan ömrünün en kıymetli hatıraları; gönlünün lâbirent mağaralarına davet ettiği insanlar… Ve yine kendi gibi kulelerde ikamet edenlerin mürekkepleri ile tarihe mal olan sayfalar, onun tek dostları… Güvenebildiği; merhametsiz, şahsiyetsiz mahlûklardan kaçış alanları olan dağ başları… Mavi ve siyaha ayrı bir tutku… Toprağa, dağa, denize ve gökyüzüne meftun bir çift göz… Vatanı ve ceddi uğruna şekillendirilmeye başlayan tarih sayfaları arasında kaybolmaya aşık bir ruh…

Çocukluğu; meraklı ve hep büyümek isteyen! Fakat sıradan büyümelerden ziyade; anlaşılmak! için büyümek isteyen. Hitaba önem kazandırmak, muhtaç olana muhtaç olmamak gayesi ile büyümek… Bu yüzden inkisara uğramış bir çocukluk. Oyunlarda ve okulda yalnız; çünkü tepkili. Müzik kültürü, oyun kültürü farklı. Elinde şiir ve tarih kitapları ile teneffüslerde öğretmen peşinde; müzik derslerinde flüt çalmamak için okulun laboratuvarına kaçıp mikroskoplarla, ampullerle, kablolarla uğraşın hazında. Merakı yüzünden başı her an dertte. Kazası tükenmeyen, tez canlı hatta kimine göre sakar bir çocuk. Hedeflerine ulaşma yolunda ısrarcı ve doyumsuz.

Fetih çağlarına adım adım...

Modern toplumların ergenlik olarak ifade ettiği, insanın kanının başka aktığı söylenilen yıllar. Ergenliğin uçarı zevklerinden ziyade; halen tam büyümemiş olmanın verdiği yeterlilik kazanmamış ve şuurun ölçülerini tam kestirememiş bir tecessüs. Hayata ya da arzulara değil; o hâlâ bilgiye aç. Ama artık daha farklı. Eleştirenlere ve kendisine tepkili olanlara her an minnetler dağıtan.

“Kılıç keskin olmak için bin darbeye maruz kalmak zorundadır. *2007”

Yıkım!.. On-onbeş yıllık hayatının fay hatlarının tam ortasından yarılarak, ruhen zelzeleye uğramanın adı olduğu yıllar. Biricik sığınağını, ciğerinin bir yarısını kaybetmeye yaklaşmanın vermiş olduğu korku ile labirent mağaralarının en diplerine kaçış; yükselen kule duvarları. Çaresiz bekleyiş, öğrenilmesi gereken sabır.

Ve işte ilk anlamlı mürekkep damlaları. Saf, çocuksu, kimse tarafından dikkate alınmayan ancak kendisi için eşsiz bir iki mısra yahut satır. Hayat heybesinden saçılan tohumların ilk filizleri. Beyanı hal-e cüret etmenin eşsiz hazzı.

Lise yılları... Hocaları ve arkadaşları ile problemi olmayan, asıl problemini her an kendi müdafaanamesinde saklayan, kalabalıklar içinde yalnız bir genç.

Birkaç yıl sonra gurbet illeri; sıladan kopuşun vermiş olduğu hüzün. Bir o kadar arkada kalanlara duyulan endişe. Yine uçarı zevklerden noksan. Kelamı ve kalemini çevresince dikkat çeken ama kendisine yine yetersiz. Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaşta hala yerinde saydığı için kendiyle her an kavgalı, bir çok hareketinden ve tavrından duyduğu pişmanlık.

İstikamet. Başkent!

Ancak yalnız değil… Dili ile tasdik, kalbi ile ikrar ettiği yemini sinesinde… Lakin infial çok büyük. Menfaat ve kibir güruhu içerisinde; bilginin efendisi olmak için çalışmanın kölesi olmak gerektiğine inanan, aykırı bir profil. Tesellisi; kendisi gibi, kendine benzer dostların varlığı. Kısa süre sonra tesellinin inkisara uğramasından duyduğu öfke. Kalemi, daha keskin. Düşünceleri ve beyan-ı hali daha hür. Fetih Marşı’nın nidaları her an kulaklarında yankılana yankılana; Vatanı ve ceddinin emanetine hürmetle; gecesi gündüzüne denk. Vatanını en çok seven işini layıkıyla yapandır düsturu ile eğilmeden, bükülmeden biricik meselesi uğruna fikir çilesi hengâmesinde… Haine, zalime ve tufeyli mantığı ile hareket eden cehalete karşı; sinesinde kiniyle, öfkesiyle, kılıçtan keskin kalemiyle her an hazır kıta bekleyişte. Tendeki can-ı emanetini teslim edene kadar; ettiği yemininin yüreğinde olduğu bilincinde.

Yeniden doğuş… Aziz Vatan’ın olduğu kadar; kendisinin eşsiz mutluluklarının da Başkenti’nde “Yâr deyince kalemi elden düşüyor” artık. Sen deyince daha naif. Kalemdeki mürekkebi geceleri yavrusunu emziren ana sütü misali, şefkatle dolu. Dördüncü cemresi ile tanışan toprak. İşte yıllar öncesinden yazdığı, görmeden tanıdığı kor, sinesinde.Gayrı dilinde bir başka türkü…

Şu an da mı?

Yüksek dağların kement vurulmaz küheylanları misali; halen buzdan dağlarının labirent mağaralarına inşa ettiği kulesinde, sönmez volkanlarını beslemekte. Halen çocukken okuduğu kitaplar elinde.

Küçücük bir çocuğun göz bebeklerindeki ışıltı kadar yaşayan; halen bilgiye aç, lakin kalemi kırık, mürekkebi soluk. Yine de halen o toprak paçalı çocuk. Bilenlerin sustuğu, bilmeyenlerin konuştuğu bir meftun-i halde…